Hemşire!

Efendim, bundan sonra burada DmLbLx adıyla yazacak olan hemşiremdir (soldaki). Hemşire, kız kardeş manasında olup, ikimizin de liseden beri birbirimize hitap için kullandığımız kelimedir. Hemşirem kimya, ben de endüstri müh. öğrencisi olup, olabilip, tıpla alakamız, birkiüç kadardır. Sus işareti dahi yapamayız yani. Duyurulur :)

Everyday is Like Sunday!


Woody Allen'ın, Annie Hall filminde yaptığı bir tespit vardı, hayat berbat yemekleri, kötü sosları olan bir yemeğe benziyor, üstelik porsiyonları da çok küçük! Hergün birbirine benzerken, aynı günleri tekrar tekrar yaşarken, geçiremediğimiz saniyeler, bir bakıyoruz ki yıl şeklinde uçup gitmiş. Hayat sadece berbat değil, kısa da...

Saatler, günler, haftalar içinde, pazartesilerden daha çok nefret ettiğim bir zaman dilimi varsa, o da kesinlikle pazarları olmalı. Pazartesinin kasveti daha pazar sabahından üstüme çöker, pazartesi belki iyi bir gün olabilecekken, ben kendimi pazartesinin berbatlığıyla, daha pazar gününden yerim bitiririm kendimi. Benim için haftasonu cumartesilerden ibarettir. hatta 'I don't do sundays' diye t-shirt bile bastırasım var.

Bu güneşli, sıcak ama her nasılsa kasvetli ve bunaltıcı Ankara pazarını değiştirebilecek tek şey Morrisseydir galiba, ama onu da dozunda almak lazım. Depresyondan uzak, normal ve sağlıklı bir insanı, sıkı bir Morrissey kürüyle intiharın eşiğine getirebilirsiniz.

Artık pazarlarımı aynen 'Everyday is like Sunday' deki gibi, bomba yağdırırken bile unutulan, sakin ve huzurlu bir yerde, onsuz hergünün benim için pazar gününe benzeyeceği biriyle geçirmek istiyorum. Morrissey CD'lerimi bile verebilirim bu uğurda.

Yok vazgeçtim, vermem Mozumu kimseye.


Hi Honey, I'm Home!

Merhaba!

İlk başlığın ingilizce olmasını istemezdim aslında; ancak, bir şekilde kaybettiğim eski blogumdan sonra (NEVERLANDER ), yeni blogumla tekrar evime dönmüş gibiyim. Yaz sıcağında, ne yapacağını bilmeden gezinirken, aklıma takılanlarla, saçmalıklarımla artık sadece ailemi, arkadaşlarımı değil, blog alemini de bıktırmak istedim.

Hava 40 derece civarı, karpuz, peynir, dondurma üçlüsünden başka içimizi serinletecek tek şeyin Singin' in the Rain olduğunu düşünüyorum. Umarım aynen böyle sırılsıklam aşık olursunuz...

Yeniden görüşmek dileğiyle.